Her Hafta Bir Masal (52 kitap)
Unutulanlar...
Geçenlerde arşivimde bir şey ararken, Yeni Günaydın’ın gazeteye ek bir dergi olarak çıkan, sonrasında gazetenin Saklambaç ekine giren Sobe (1990-91-92) fotokopilerinin yer aldığı dosya çıktı önüme. Önce şöyle bir göz attım, ardından dikkatle inceledim ki...ne keşfettim dersiniz!
Masalların neredeyse hepsi, Canı Sıkılan Çocuk, Kardeş İsteyen Çocuk, Sabahı Boyayan Çocuk ve Masalları Arayan Çocuk adlı sert cilt kapaklı masal kitaplarına girmiş, girmiş ama, birkaç masalı kitaplara sığdıramamışım meğer. Onlar Sobe dergisinin sayfalarında unutulmuşlar: Kendini Beğenmiş Ayakkabı, Denizin Yaprakları, Ortanca Çocuk, Televizyon Seyretmeyi Seven Çocuk, Başka Aileye Özenen Çocuk, En Sevdiğin Şeyi Dile…
Masallar, Geceyi Sevmeyen Çocuk (1991) ile başlayarak anne babanın çocuklarına masal okuması amacıyla 5 ciltli kitap olarak yayımlanmıştı. Ancak, 1996’da şunu fark etmiştim: Çocuklar, okul öncesinde anne babalarının onlara okuduğu masalları ilkokula başladıklarında artık kendileri okumak istiyorlardı ama puntolar anne baba için düşünüldüğünden, okumakta zorlanıyorlardı.
O zaman ne yaptım?
Her masalı tek tek 16 sayfalık iri puntolu kitaplar halinde okumayı yeni öğrenen çocuklar için yeniden tasarladım.
Planım masalları, "Her Hafta Bir Masal" başlığıyla 52 kitaplık bir seri olarak sunmaktı. Masalların arasında bu nedenle eleme yapıp sayılarını 52’ye indirmiştim.
Henüz 26 kitap yayımlamıştı ve “Her Hafta Bir Masal” başlığıyla tanıtımını yapabilmek için tüm serinin tamamlanmasını bekliyordum ki, YKY’dan "Her Güne Bir Masal” sloganıyla ciltli bir masal kitabı yayımlandı (1998). Benim başlığım özgünlüğü yitirmişti artık; ısrarcı olsam, var olanı taklit ettiğim sanılırdı, vazgeçtim.
Kitapları yine ilk planıma uyarak 52 kitap olarak yayımladım ama sloganımı kullanmadım.
52 haftaya denk düşmesi için seçtiğim masallardan geriye kalanlar ise, gerçekten geride kalmış, arşivde görene kadar ben bile unutup gitmişim…
Acayip bir eleştiri:
Çocuklar okumuyor… Okumaz tabii! Hangi kitaplar koyuluyor önüne, okusun diye? Hangi okumak istediği kitaplara izin verilmiyor, aman okumasın diye?
Bizim çocukluğumuzda okuduğumuz romanlar… kusura bakmayın, bugün klasik mlasik olabilir ama önemli olan çocuk okurun neyi okuyup seveceği, değil mi? Eğer bugünkü çocuğun dünyasına giremiyorsa, ilk sayfadan son sayfaya okuru yakalayamıyorsa, klasik olsa ne yazar? Elbette evrensel konuların evrensel değeri var. Ancak artık bazı kitapların “modasının” geçtiğini açık yüreklilikle itiraf etmeli ve onları edebiyat ve sosyoloji alanında akademik çalışmalar yapanların okuma listesine koymalı.
Bugünün okuru geçmişin okurundan farklı. Bunu kabul ederek başlarım satırlarıma. Her yaştan, her ekonomik ve sosyal kesimden çocuklar her an karşımda. Hangi kitaplarla buluşuyorlar ve neleri sevip neleri neden sevmiyorlar, çok açık. Eski değerleri yitirmek istemiyoruz evet, onlar günümüzün de değerleri aslında, ama kesinlikle, her birini günümüz koşullarıyla yenilemek, çağdaşlaştırmak zorundayız.
Konu, karakterler, kurgu, olay örgüsü, üç aşağı beş yukarı her zaman zaten benzer ögeler… Peki değişen ne?
Değişen, geçmişten farklı çevresel ve yaşamsal faktörlerle büyüyen çocuklar…
Değişen, onların hayata bakış açısı, onların yaşantısı, onların beklentileri, onların ihtiyaçları…
Cep telefonlu, bilgisayarlı bir dünyaya doğdu onlar.
Sorularının yanıtlarına kolayca ulaşmalarına elveren, bir yandan dikkatlerini çok çabuk dağıtabilen bir dünyaya…
Üç beş konuyu aynı anda etkileşimli algıya sunan bir dünyaya...
Bu değişimi gözetemeyenler, hâlâ keyfe kapılıp konuyu ağır ağır geliştiredursun, romantik betimlemelerle sabır taşıradursun, konunun gelişimine romanın dörtte üçününü bağışlayıp okurun, tek formada anlatılabilecek heyecan kırıntılarıyla yetineceğini sanadursun, daha da önemlisi çocuğun zekâ düzeyinin çok gerisindeki sularda yüzedursun, eh tabii… Çocuklar okumaz.
Aynı şeye bakıp çocuklar ne düşünür, yetişkinler ne düşünür?
Yıl 1990.
Yazdığım masalları topladığım dosyamı (Geceyi Sevmeyen Çocuk) kim resimler acaba diye düşünürken, aklıma takılmıştı: Masal dinleyen çocuklar neler düşünürdü? Onların hayallerindeki filler, zürafalar, ağaçlar, uçan daireler nasıldı? Bir çocukla bir yetişkinin gözlerinin önünde aynı imgeler mi canlanırdı? Hiç sanmam...
Zor yolu seçip çocukların hayallerindeki imgelerin peşinde koştum.
*Çocuklar için açılan resim kurslarına gittim, resim öğretmenlerinden izin alıp çocuklara masal okudum ve hayallerinde canlananları çizmelerini istedim.
*Çocuk dergilerinin düzenlediği resim yarışmalarına katılan çocuklara ulaştım. O zamanlar bilgisayar, internet gibi kolaylıklar olmadığı için postayla masallardan örnekler gönderip çizmelerini istedim. Onlar da çizdikleri resimleri bana postayla yolladılar.
Çok ilginçti, farklı şehirlerde yaşayan çocuklar -metinde karakterin tipiyle ilgili betimleme olmamasına rağmen- aynı masal için aynı renkleri kullanmışlar ve birbirine yakın benzer karakterler çizmişlerdi. Öyle ki, üç farklı şehirde yaşayan üç farklı çocuğun çizimlerini aynı masala koyabilmiştim.
Bu çalışmalar bir yıl sürdü. Sonra Geceyi Sevmeyen Çocuk yayımlandı (1991)
Kitap yazdım, okur musunuz?
Öncelikle, elle ya da bilgisayarda yazılan hiçbir şey henüz “kitap” değildir, ona “dosya” denir.
Dosyasını kitaba dönüştürmek isteyen çok kişi, okuyup değerlendirmem ve eleştirmem için bana yollamak istiyor.
Hak veriyorum, ilk kitabın yayımlanmasının ne kadar güçlüklerle başarılabildiğini en iyi ben bilirim. Ancak başkalarının dosyalarını okumak geçmişte epey can yakıcı oldu benim için. Ayrıca bilinsin ki, ilk kitabımın yayımlanması için çok kapı aşındırmıştım ama, kimseden okuyup değerlendirme yapmasını istemek aklımın köşesinden geçmemişti, çünkü kendime ve yazdıklarıma güvenim sonsuzdu.
Kimseyi kırmak da istemediğimden, nazik bir yanıtla ret etmeye çabalıyorum:
Fikirlerime değer vermeniz beni gururlandırdı, çok teşekkür ederim. Ancak birkaç nedenle eserlerinizi incelemem mümkün olamayacak, bu nedenle şimdiden sizden özür diliyorum.
1. Bazı nedenlerden dolayı bana yollanan dosyalarla ilgili değerlendirme yapmayacağıma dair yeminliyim.
2. Yapıtlarınızın yayınlanıp yayımlanmayacağına dair karar verecek olan kişi, yayın evlerindeki editörlerdir. Bu bağlamda, örneklerinizi editörlere iletmeniz gerekir. (Ben de kendi dosyalarımı editörlere yolluyorum)
3. Yeni bir roman yazma sürecindeyim ve kendime zaman yaratmakta bile zorlanıyorum.
Yalandan kim ölmüş? Ama yukarıdaki nedenler yalan değil tabii. Gerçi her an roman yazdığım yok da, hani belki denk düşer…
Öte yanda, yazışmanın devamında, “Yayınevi önerebilir misiniz?” gibi bir soru geliyor.
Kitapçılara gidip çocuk kitaplarını incelemelerini, yazdıklarını hangi yayınevinin yayımlarına yakıştırıyorsa, onlara yollamasını yazıyorum.
Eğer boşta bulunup birkaç yayınevi adı vermişsem, bu kez kesinlikle adres sorulur “Kitapların künyelerine bakın, orada yayıncıların adresleri var,” diye bilgilendirirken bilirim ki, editör adı da istenecektir… “Yazınızın başına ‘Editörün dikkatine’ diye yazarsanız, onlara aktarılır.”
Peki ya yazdığı öykü/roman/masal/şiir çalınırsa?
Aha, kitaplaştıktan sonra aynı tehlike yok mu ki? Kurgular, karakterler, konular, başlıklar…
İlhamını yaşamdan alan yazar, başkasının fikirlerinden alan ise gözünü dört açar.
Esinlenmenin dozu kaç kaşık?